“Ağızdan çıkan ses, kelime, söz ve onun kaynaklandığı duygu ile ilgileniyorum. İçimizdeki bir duyguyu söze dökmek kendimizi daha derinden dinlemeyi gerektirir. Asıl olanla bir bağ kurarız; duygularımızın dizilimindeki bize özgü olan şifreyi çözeriz. İçimize bakarız, bazen uzun süre susarız, sonra söyleriz, tekrar tekrar dile getiririz. Tıpkı kızgınlığımızı haykırmak, sevincimizi gülümsemek gibi söz de bedenimizden kelimelerle atılır. Ağzımdan çıkan ses duygumu dışarı çıkarabiliyorsa beni de tanımlar ve tamlar.”
Ayşe Tülay söylenen ve söylen(e)meyenle, duyulan ve duyul(a)mayanla, harflerin, kelimelerin artarda dizilişiyle, aradaki boşluklarla, anlaşılan ve anlaşıl(a)mayanla ilgilenir. Nesnel bir malzeme olarak kullandığı harf ve kelimeleri biçim ve imgelerle karşılaştırarak aralarındaki geçirgenliği ve karmaşık ilişkiyi imler. Yapıtlarında sıklıkla yer alan dikdörtgen hem mimari bir alan olarak mekanın ve varlık olarak bedenin hem de sesi temsil eden harflerin metaforu olarak kullanılır. Dikdörtgenler boşluğu, doluluğu, varlığı ve yokluğuyla anlam taşır. Duygularını ayrıştırıp, irdeleyerek oluşturduğu kelimeler, biçimler ve imgeler bir araya geldiğinde üzerinde çalıştığı olguları birden fazla eksene yerleştirerek boyutlandırır. İşleri kişisel yaşamıyla toplumsal yaşam arasında salınır.
Organik materyaller (taş, toprak, buğday), hazır objeler (led, pleksiglas, kumaş), ses, ışık, renk ve form gibi malzemelerle kurduğu ilişkiler; dönüştürdüğü, işaret ettiği, tekrarladığı tüm olguları kendi sistemiyle görünür kılar.